"Bu muazzam boşluk içindeki kaybolmuşluğumuzda, bizi bizden kurtarmak için yardım etmeye gelecek kimse yok." demişti Carl Sagan. Ben kimim? Nereden geldim? Evren beni nereye doğru sürüklüyor? Kozmik bir kaos içerisinde savrulup giden bu yıldız tozu üzerindeki ben, Pasifik'in tabanındaki isimsiz bir kum tanesinden daha mı değerliyim? Bir zamanlar bütün bu soruların cevaplarını yarın bulacağımı sanardım. Sezar'ın hayaletinin dolaştığı sokaklarda veya antik bir metnin satırlarının arasında, kesinlikle oralarda bir yerlerde olmalıydılar! Zaman aktı, yarın bugüne; bugünse düne evrildi. Dünün üzerinden ise nice kitap ve nice insan geçti. Geçmiş alev aldı, küle dönüştü. O küllerden ise birer zümrüdüanka misali yeni fikirler doğdu. Cevap oldukça kadim, bir o kadar da basit. Cevap aslında ne Ahit Sandığı'nın içinde saklı, ne Olimpos'un zirvesinde, ne de Atlantis'in dibinde. Cevap aslen küçük bir çocuğun o saf zihnindeki veya Himalayalar'ın zirvesinde yaşayan bir bilgenin dilindeki o sade cümle! Ben benim, şu saniye olduğum kişiyim. Dün ben olduğunu iddia eden o çocuğun efendisiyim, bir yıl sonra olacağım kişinin ise gölgesinden ibaretim. Bir geçmişe sahip değilim, gelecekse benim değil: Yarın kimliğimi taşıyacak kişinin. Keza dün yaşananları tecrübe eden de ben değildim, ben bugün onların yarattığı bireyim.
İşte bu da benim hikayem: Ne geçmişi ne de geleceği olan, yalnızca şu an var olan; ileride oyuncu değil oyunda fark yaratabilen oyun kuruculardan biri olmayı amaçlayan bir insan. Carl Sagan'ın tabiriyle dev bir evrensel arenada yer alan küçük bir sahne olan yuvamızda, bu soluk mavi noktada, birbirlerini yalanlayan yüzlerce ideoloji ve iktisadi öğretinin hiçbir önemi olmadığının; bu toz zerreciğinin üzerindeki küçük bir noktada yaşayanların kendilerinden zar zor ayırt edilebilen diğerleri üzerinde uyguladıkları şiddetin çocukça sebeplerinin manasızlığını ve bu insanların yaşadıkları dramı görebilen insanlar bir fark yaratmak mecburiyetindedir. Evet, dünya adaletsiz. Evet, kaynaklar eşit dağıtılmıyor ve kimi erişemezken kimi fütursuzca harcıyor. Ve yine evet, dünya üzerinde korunmuş bölgeler yaratılabilmesi için savaşlar kasıtlı olarak belirli bölgelerde çıkartılıyor ve birilerine göre o savaşlara aktarılan silahlardan gelen kâr veya elde edilen politik kazanım kan ve gözyaşının ederinden çok daha değerli olduğu için "Barış" kavramı savaşın tasarımcısı olan Kissinger gibilere verilen bir Nobel Ödülü olmaktan öteye gidemiyor. İçinde yaşadığımız tünel karanlık ve soğuk ancak sonsuz değil. Bir ihtimal daha var! Başka bir dünya mümkün. Brüksel'de yaşanmayan terörün Afganistan'da da yaşanmadığı, Sen Nehri'nin kıyısında yayılmayan Sarin'in Ghouta'da da yüzlerce insanı öldürmediği, ez-Zerkavilerin üzerinde bulunmadığı ve "Little Boy"un Japon halkı için etrafta oynayan küçük çocuklardan başka bir şey çağrıştırmadığı bir dünya. Dünden ders alarak daha güvenli yarınlar inşa etmek ve insanları damgalamak yerine motivasyonlarını anlamak isteyen bir grup insan bütün bunları gerçekleştirebilecek güçtedir. Yeter ki bizler dünün ne olduğunu, bugünün neler için kullanılabileceğini ve yarın neler yapabileceğimizi bilelim. Çocukların ellerinden Rus tüfeklerini alıp Rus klasiklerini verelim. Tevfik Fikret'in de söylediği gibi "Milletim insan türü, vatanım yeryüzüdür benim."
Yorumlar
Yorum Gönder