Ana içeriğe atla

bekle.


 Beklemekten ibaret insanoğlunun yaşamı.

 Doğduğumuz günden beri.

Bazen önümüzdeki o pazartesiyi, bazen o cumayı.

Alkolün tekrardan damarlarımıza işleyeceği o geceyi, o sınavı

o kadını veya  o adamı,

bazen "o" olmadığını bildiğimiz

bazen de "o" olmasını dilediğimiz insanı.

Harp vakti, askerler bilirler en çok da beklemeyi.

Sonraki çatışmayı,

Sonraki yemeği,

Ailelerine kavuşacakları o günü.

Ve ummasalarsa da beklerler,

beaber uyudukları o adamların,

Ölecekleri cepheyi.

Kim bilir, anlatabilmeyi beklemişizdir belki de, henüz küçükken.

Konuşur durur zira etrafımızdaki herkes.

İfade edebiliyorlardır hislerini, ne istediklerini.

Bazen de böyledir hayat.

Elde ederiz istediklerimizi.

Öğreniriz, biliriz artık konuşmayı.

Lakin nedir geçen elimize?

Kaçımız hissettiğimiz kadar ifade edebiliriz,

 o en derinlerde yatan hisleri, yaraları?

 Kendimize bile geldiğinde yeri.

 Yeri gelir korkarız,

Yargılamasından  korkarız insanoğlunun. 

İçimize atar bir kısmını, kızıla boyar, öyle anlatırız.

Hangimizi anlatır o karalanmış öz peki?

Konuşuruz yıllarca,

Dökeriz içimizi.

Ne çaredir lal rengi akan o yaraya?

Anlarlar mı? 

Anlamış taklidi mi yaparlar bazen?

Anladığımızda anlamadıklarını asla, 

nihayetinde sarılırız tekrar,

o lal rengi şaraba.

Bu blogdaki popüler yayınlar

sun is shining again though the mist and cold from the last winter r not long gone yet people are laughing again though the dark memories  from the last winter yet not be forgotten now on  I wont be drinking my whisky neat it’ll be on the rocks and I will be watching the setting sun in some aegean town sitting on some ancient rocks now on my morning coffees wont be hot or my shower songs moody i’ll be shooting my espresso’s w company of derulo’s under the morning sun,  and now on during the golden hours u can find me watching the sea and while apollo rides  his four-horse chariot to the west helios will be busy painting my white wine to blush, with his sunshine

Savaşçıların Kanı

      Her milletin kahramanları tarihlerinde önemli bir yer tutarlar. Kahraman azınlığın çok büyük bir çoğunluğunu ise askerler oluşturur. Irk ve din ayrımı yapmaksızın bütün kahramanlarsa saygıyı hak ederler ve kutsal saydıkları değerler uğruna kanıyla toprağı birleştirmeyi göze almış bütün insanlar inandıkları değerler kadar yücedirler. Bilinmelidir ki savaşçılar, din adamlarından, âlimlerden ve bilumum şeyhten daha kutsallardır; bu kutsallık ise dinle alakalı değildir zira bazı değerler bütün dinlerin üzerindedir. Julius Evola’nın da dediği gibi: Kahramanların kanı Tanrı'ya filozofların mürekkebi ve inananların dualarından daha yakındır.   Ülkelerin politikaları yüzünden ise hiçbir savaşçıya düşmanlık beslenemez. Bütün savaşçılar, birbirleriyle savaşanlar dâhil olmak üzere, kardeşlerdir. Bu kardeşliğin temelindeyse kan değil ruh yatar. İdealler ve amaçlar farklı olsa da ruh birdir ve her şeyin üzerindedir. Bir savaşçı olan Atatürk, 1915 yı...

La Résistance

Yaşam sahibi tüm varlıkların hayatı tek bir kavram etrafında döner, direniş.   Bundan 50.000 yıl önce yaşamış atalarımız hayatta kalmak için direndi. Yemek bulup, vahşi hayvanlara yem olmamak için doğayla savaşıp galip geldiler.   10.000 yıl önce topraklar için savaşmaya başladık. İnsan insanı öldürdü, kardeş kardeşi katletti. Bir kısmımız yendi, bir kısmımız tarihin derin çöplüğüne gömüldü. Ama saldıran da savunan da ölümüne direndi.   80 yıl önce ise insanoğlu fikirleri için direndi. Naziler kızılları avladı, Franco'nun askerleri direnişçileri. Polonya toprakları için direndi, Almanlar dünya hakimiyeti, Ruslar ise yoldaşları ve halklarının can güvencesi için. Bugünse verilen savaş sisteme karşı, direniş yöneticilere. Sanılanın aslına sistem bir halka değil, halkalardan oluşan bir zincir. Çarklardan oluşan bir makine. İçinden çıkmak mümkün değil. Sistemi yıkmak isteyenlerin yapabileceği en büyük şey içinde bulunduğu çarktan, başka bir çarka geçmek...