Ana içeriğe atla

Silahlı Kuvvetler Hakkında notlar


 



Militum

Ordular savaşın kaynağı değil barışın teminatıdır. Bu konuyu net bir şekilde anlayabilmek için Ceza Hukuku'nun felsefesini net bir şekilde kavramak gerekir. Ceza Hukuku'nun ana amacı "suçluyu cezalandırmak" değil, ceza tehdidi ile suçun işlenmeden önüne geçmektir. Silahlı Kuvvetler'in de varlığının temel sebebi budur. Güçlü ordu, sürekli savaşarak galip gelen ordu değil, kuvvetinin büyüklüğü sayesinde kimsenin saldırmaya cüret edememesinin sonucu olarak barışı temin eden ordudur. Bu sebeple de anti-militarist fikirlerle askeri ve askerliği sürekli olarak karalayıp canavar gibi göstermek saçmadır; zira özlem duyulan barışı getirebilecek tek yapı militer kuvvetlerdir. İlber Ortaylı'nın da söylediği gibi Demilitarizasyon çabaları da aynı şekilde saçma ve fevkalade anlamsız bir süreçtir. 

 Politicia

Bu yazıyı Atatürkçü, demokrat ve cumhuriyet tarihi boyunca yaşanmış bütün darbe ve darbe girişimlerinin karşısında biri olarak okuduğum tarihin kısıtlı bir bölümü hakkındaki analizim olarak kaleme alıyorum. 60 darbesi Menderes'in Amerika'ya yakınlaştığı değil, yavaş bir tempoyla da olsa millileşme yoluna girdiği bir dönemde gerçekleşmiştir. Gerici hiçbir yöneticiden haz etmesem de darbeler ve suikastler filizlenmiş fikirleri ve halkın bir kesimi tarafından sevilen liderleri birer efsaneye, sembole dönüştürmekten başka bir işe yaramazlar. Seçimle gelen seçimle gitmelidir. Akan kan sebep gösterilerek yapılan 80 darbesinden sonra akan kan ve çekilen acının miktarınınsa öncesinden az olduğu iddia edilemez, yalnızca kanı akıtan taraf değişmiştir. Birkaç sene önce 15 Temmuz'da yaşadığımız darbe girişimiyse yıllardır bu ülkenin temel dinamiklerine zarar veren, binlerce vatansever insanın yıllarını ve hayallerini çalan irticacı bir terör örgütü tarafından açıklanan bildiride Atatürkçü değerler bahane edilerek gerçekleştirilmiştir. Bu üç vakıanın ortak noktası ise kılıf olarak Gazi Mareşal Mustafa Kemal Paşa'nın kullanılmasıdır keza bu topraklarda on yıllardır hukuku ayaklar altına alan herkes ya Atatürk'ün heybetli gölgesinin ya da dinin kadife çekicinin arkasına saklanmıştır.


 Türkiye'de ordu yeri hiç bir zaman netleştirilememiş bir kurumdur. Bu sorunun kaynağı Cumhuriyetsel boyutta Atatürk dönemine kadar dayanır. Cumhuriyet'in ilanının ardından Gazi Paşa, ilk meclisteki subayların askerlik ve politika arasında bir seçim yapmalarını istemiştir. Askerler tarafından kurulmuş ve bizzat eski "Mirliva", yeni "Başkomutan" Mustafa Kemal Paşa'nın önderliğinde çalışmış bu savaş meclisi demokratik ve sivil bir vasfa büründürülmek istenmiştir. Meclisteki subaylar sivilleştirilmiş, ordudan ayrılmışlardır; Mareşal Fevzi Çakmak gibiler ise asker olarak ölmeyi tercih edip komuta kademesinin yapı taşları haline gelmişlerdir. Lakin orduyu yönetimden uzak tutmaya çalışmanın boş ve manasız bir çaba olduğu çok geçmeden ortaya çıkmıştır; çünkü subayların eğitiminin temel amaçlarından biri de liderlik vasıflarının kazandırılmasıdır. Binaenaleyh yönetim üzerine yıllarca eğitim almış, hayatları boyunca silahlı kitlelere liderlik etmiş; ülkenin en iyi eğitimli ve en kalifiye elit sınıflarından birinin genel idareye el atmayacağını düşünmek oldukça romantik bir düşünce biçimidir; keza 1913, 1960, 1971, 1980 ve 1997 yıllarında tarih bu cümleleri defalarca haklı çıkartmıştır. 


  Haklı olarak "Ordu politikadan ne anlar?" diye soranlar çıkacaktır. Haklısınız, askeri personelin bir çoğu politikadan anlamaz, anlayanlarınsa yine çok büyük bir kısmı haz etmez. Ancak burada konumuz siyasi kimlik değil devlet adamlığı. Örneğin Atatürk bir devlet adamı, Celal Şengör'ün tabiriyle dahi bir diktatördü; aksine Trump bir politikacıdır. Siyasetçi ve devlet adamı farkını iyi anlamak gerekir. Ordu mensuplarının devlet yönetimine olan ilgi ve kabiliyetlerine 1923-2020 yılları arasında görev yapmış 12 cumhurbaşkanımızdan, başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, altısının asker kökenli olması; politikadaki başarısızlıklarına ise Tümgeneral Osman Pamukoğlu'nun HEPAR serüveni  örnek olarak verilebilir.


 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

sun is shining again though the mist and cold from the last winter r not long gone yet people are laughing again though the dark memories  from the last winter yet not be forgotten now on  I wont be drinking my whisky neat it’ll be on the rocks and I will be watching the setting sun in some aegean town sitting on some ancient rocks now on my morning coffees wont be hot or my shower songs moody i’ll be shooting my espresso’s w company of derulo’s under the morning sun,  and now on during the golden hours u can find me watching the sea and while apollo rides  his four-horse chariot to the west helios will be busy painting my white wine to blush, with his sunshine

Savaşçıların Kanı

      Her milletin kahramanları tarihlerinde önemli bir yer tutarlar. Kahraman azınlığın çok büyük bir çoğunluğunu ise askerler oluşturur. Irk ve din ayrımı yapmaksızın bütün kahramanlarsa saygıyı hak ederler ve kutsal saydıkları değerler uğruna kanıyla toprağı birleştirmeyi göze almış bütün insanlar inandıkları değerler kadar yücedirler. Bilinmelidir ki savaşçılar, din adamlarından, âlimlerden ve bilumum şeyhten daha kutsallardır; bu kutsallık ise dinle alakalı değildir zira bazı değerler bütün dinlerin üzerindedir. Julius Evola’nın da dediği gibi: Kahramanların kanı Tanrı'ya filozofların mürekkebi ve inananların dualarından daha yakındır.   Ülkelerin politikaları yüzünden ise hiçbir savaşçıya düşmanlık beslenemez. Bütün savaşçılar, birbirleriyle savaşanlar dâhil olmak üzere, kardeşlerdir. Bu kardeşliğin temelindeyse kan değil ruh yatar. İdealler ve amaçlar farklı olsa da ruh birdir ve her şeyin üzerindedir. Bir savaşçı olan Atatürk, 1915 yı...

La Résistance

Yaşam sahibi tüm varlıkların hayatı tek bir kavram etrafında döner, direniş.   Bundan 50.000 yıl önce yaşamış atalarımız hayatta kalmak için direndi. Yemek bulup, vahşi hayvanlara yem olmamak için doğayla savaşıp galip geldiler.   10.000 yıl önce topraklar için savaşmaya başladık. İnsan insanı öldürdü, kardeş kardeşi katletti. Bir kısmımız yendi, bir kısmımız tarihin derin çöplüğüne gömüldü. Ama saldıran da savunan da ölümüne direndi.   80 yıl önce ise insanoğlu fikirleri için direndi. Naziler kızılları avladı, Franco'nun askerleri direnişçileri. Polonya toprakları için direndi, Almanlar dünya hakimiyeti, Ruslar ise yoldaşları ve halklarının can güvencesi için. Bugünse verilen savaş sisteme karşı, direniş yöneticilere. Sanılanın aslına sistem bir halka değil, halkalardan oluşan bir zincir. Çarklardan oluşan bir makine. İçinden çıkmak mümkün değil. Sistemi yıkmak isteyenlerin yapabileceği en büyük şey içinde bulunduğu çarktan, başka bir çarka geçmek...